Günümüzde çoğu evrimcinin kabul ettiği iddiaya göre kuşlar, küçük yapılı ve etobur theropod dinozorlardan, yani bir sürüngen grubundan türemiştir. (Theropod dinozorlar,Tyrannosaurus rex ve Velociraptor gibi etobur dinozor türlerinin geneline verilen isimdir.) Evrimcilerin bilimsel delillerle destekleyemedikleri bu iddia için, ABD’nin ünlü bilim kuruluşu Smithsonian Enstitüsü Kuşlar Bölümü Başkanı Storrs L. Olson, “çağımızın en büyük aldatmacalarından biri” ifadesini kullanmaktadır.35
Kuşlar ile sürüngenler arasında yapılacak bir karşılaştırma, bu canlı sınıflarının birbirlerinden çok farklı olduklarını ve aralarında bir evrim gerçekleşmiş olamayacağını bizlere gösterecektir. Ancak evrimci yayınlara bakıldığında, tüm bu farklılıkların göz ardı edildiği ve bunlar kolayca aşılabilirmiş gibi senaryolar yazıldığı görülür. Bu tür senaryolara masal üslubu hakimdir. Aşağıda ünlü belgesel kanalı Discovery Channel‘ın bilimsellikten uzak evrimci anlatımlarından bir örnek yer almaktadır:
Kuşun evrimi en ateşli bilimsel tartışmaların hala başlıca konularından biridir. Kuşların ataları iki yüz milyon yıl önce sürüngen olarak ortaya çıkmıştı. Ağaçlara çıkanlarda ilkel bir kanat oluşturacak şekilde pullu bir tabaka oluştu. Bu kanatlar ağaçlardan inmelerine yardımcı oluyordu. Elli milyon yıl sonra Archæopteryx ortaya çıktı. Hala sürüngenler gibi dişleri ve sert kemikleri vardı. Ama bu hayvanları diğerlerinden ayıran özellik, tüylerinin olmasıydı. Tüyler de pullar gibi keratinden meydana gelir. Ama daha hafif ve esnektirler. Archæopteryx uçuyordu. Sonraki yetmiş beş milyon yıl içinde uçma kabiliyeti giderek daha fazla gelişti ve fazla olan her gram yok oldu. Daha hafif olmak için dişlerini bile kaybettiler. İncelen kemikler bal peteği şeklindeki dokularla güçlendirildi. Yaklaşık elli milyon yıl önce memeliler artınca bunları avlayacak kuşlar ortaya çıktı ve avcı kuşlar doğdu.36
Discovery Channel, bu tür masalsı bir üsluba başvurarak, sürüngenlerden kuşlara geçişin son derece makul olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadır. Böyle bir yönteme ihtiyaç duyulmasının sebebi ise, evrimci iddiaların herhangi bir bilimsel dayanaktan yoksun olması ve aslında iki canlı türü arasında aşılmaz farklılıkların bulunmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bilimsel bir gerçekmiş gibi aktarılan kuşun evrimi senaryoları, gerçekte tamamen delilsizdir ve bu senaryoları destekleyecek hiçbir ara geçiş fosili bulunmamaktadır.
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6) |
Öncelikle kuşlar ve dinozorlar arasında hiçbir evrimci açıklamayla kapatılamayacak derecede büyük bir “tasarım farklılığı” vardır. Kuşlar uçmalarını sağlayan özel bir anatomiye sahiptir. Evrim teorisi ise bu iki farklı canlı türü arasında bir geçiş yaşandığına dair fosil kayıtlarından bir delil sunamamaktadır. Bu nedenledir ki, “kuşlar dinozorlardan türemiştir” teorisi, evrim teorisini savunan bazı biyolog ve paleontologlar tarafından da kabul edilmemektedir. Örneğin dünyanın en önde gelen ornitologlarından (kuş bilimcilerinden) Alan Feduccia (Kuzey Carolina Üniversitesi) ve Larry Martin (Kansas Üniversitesi), kuşların bilinen herhangi bir dinozor grubundan evrimleşmiş olamayacağı görüşündedirler. Özellikle Feduccia, evrime inanmasına karşın, dinozorlar ve kuşlar arasındaki farklılıkların çok büyük olduğunu ve dolayısıyla kuşların dinozorlardan evrimleşmiş olamayacağını kanıtlarıyla göstermektedir. Ünlü omurgalı paleontolojisi uzmanı Robert Caroll ise bu konuda şu yorumu yapmaktadır:
Kuşlar, tüm omurgalı sınıfları arasında açıkça en özgün gruptur ve en yakın akrabaları olduğu ileri sürülen sürüngenlerle aralarında anatomi ve yaşam şekli açısından dev farklılıklar vardır.37
Theropod dinozorları ile kuşların fosil kayıtları ve anatomileri incelendiğinde, gerçekte ortada hiçbir “evrimsel ilişki” olmadığı görülür. Alan Feduccia, theropodların evrimleşerek uçmalarının imkansızlığını şöyle açıklar:
Bu kadar büyük iki ayağı, kısaltılmış ön ayakları ve ağır kuyruğu olan bir canlının evrimleşerek uçması biyofizik açıdan imkansızdır.38
Kuşlar ve dinozorlar arasında derin fizyolojik ayrılıklar vardır. Herşeyden önce kuşu kuş yapan en önemli özellik, yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çıkmazdır. Kanatların kusursuz yapısının nasıl olup da evrimcilerin iddia ettiği gibi birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldiği sorusu tümüyle cevapsızdır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma -mutasyon- sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüşmüş olabileceğini evrimciler kesinlikle açıklayamamaktadır. Ayrıca, bir kara canlısının kuşa dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması da yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur. Örneğin, kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. Akciğerleri çok daha farklı bir yapı ve işleve sahiptir. Değişik bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve çok daha özelleşmiş bir kalp-dolaşım sistemleri vardır. Bu mekanizmaların, evrimcilerin iddia ettikleri gibi yavaş yavaş, “birikerek” oluşmaları ise imkansızdır.
Evrimcilerin “ara geçiş formu çıkmazı”, kuşların kökeni için de söz konusudur. Evrimcilerin iddialarına göre kuşlardan evvel, “tek kanatlı”, “yarım kanatlı” canlıların yaşamış olması gerekmektedir. Oysa böyle canlılar yaşamış olsaydı, fosil kayıtlarının bunu destekliyor olması gerekirdi. Ancak evrimci senaryoların kahramanı bu canlılar, hayali çizimlerden ve hiçbir bilimsel delile dayanmayan haberlerden öteye gidememiştir.
(1) Fosil kayıtlarında çok sayıda örneklerini gördüğümüz tam bir dinozor.
(2, 3, 4) Böyle yarı gelişmiş canlıların geçmişte yaşadıklarına dair en ufak bir delil yoktur. (5) Binlerce örneğini gördüğümüz tam bir kuş. |
Fosillere baktığımızda ise, zaten böyle bir dönüşümün yaşanmadığını görürüz. New Scientist dergisinin “Birds Do It Did Dinasours?” (Kuşlar Bunu Yapıyorlar… Peki ya Dinozorlar?) adlı makalesinde evrimciler açısından problem oluşturan bu durum şöyle yer almıştır:
Ne varsayımsal ataları ne de onları bilinen fosil kuşlara bağlayan geçiş formları bulunmamıştır.39
Bir sürüngenin sözde kuş özellikleri kazanabilmesi için -evrimcilerin iddiaları doğrultusunda düşünürsek- sayısız mutasyona uğraması gerekecektir. Örneğin sürüngenin sadece ön ayaklarının kanatlara dönüşebilmesi için, bu canlının çok sayıda aşamalı değişime uğraması gerekmektedir. Ayağının genetik bilgisine isabet eden her mutasyon ayakta küçük bazı değişiklikler yapmalı, her seferinde ayak biraz daha fazla kanat özelliği kazanmalıdır. Örneğin ayaklarında aşama aşama tüyler oluşmaya başlamalıdır. Tüyler de yine aşama aşama oluşmalı, örneğin önce tüyün sapı, sonraki kuşaklarda ise diğer unsurları belirmelidir. Ayak parmakları her kuşakta biraz daha kaybolmalı, ayak giderek daha çok kanata benzemelidir. Bu çok yavaş, aşamalı değişimler ise fosil kayıtlarında gözlemlenmelidir. Aynı durum canlının akciğerleri, pullarının tüylere dönüşümü, kemiklerin yapısındaki değişimler ve diğer özellikleri için de geçerlidir.
Unutmamak gerekir ki, evrimcilerin yaşandığını iddia ettikleri bu ara aşamaların her biri canlı için dezavantajdır. Evrimcilerin bir zamanlar yaşadıklarını varsaydıkları bu canlılar, tam birer canlı olmadıkları için, eksik, işlevini yapamayan organlarıyla yaşamlarını sürdüremeyecek ve yok olacaklardır. Bu durum ise, daha en baştan evrim teorisinin öne sürdüğü iddialarla çelişmekte; evrim teorisi kendi iddialarıyla kendini geçersiz kılmaktadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sürüngenlerle kuşlar arasında gerçekten bir evrim olsaydı, elimizde bunu gösteren milyonlarca ara form fosili olmalıydı. Ancak, bugüne kadar tek bir yarı sürüngen-yarı kuş fosili dahi bulunamamıştır. Bulunan fosiller evrime delil olmadıkları gibi, yaratılışın ispatı olan ya soyu tükenmiş kuşlara ya da sürüngenlere aittirler. Medyada sık sık karşılaştığımız dino-kuş hikayeleri ise, ileriki bölümlerde detaylarıyla inceleneceği gibi göz boyamadan ibarettir. Bunların hiçbiri kuşların sözde evrimindeki kayıp halka olma özelliğine sahip değildir. Kendisi de bir evrimci olan bilim yazarı Gordon Taylor, evrim teorisinin kuşların kökeni ile ilgili çaresizliğini şu ifadelerle aktarır:
Kuşların kendilerini uçmaya adapte edebilmek için etkilenmeyi başardığı sürüngenin yapısındaki değişikliklerin sayısı oldukça geniştir, öyle ki gerçek bir problem teşkil eder ve bu konuya biraz daha dikkat vermemizi gerektirir. Öncelikle, pek çok değişiklik hayvanın ağırlığını azaltmak içindir. Kemikler dardır ve kafatası çok incedir. Dişlerle donanmış ağır çeneden vazgeçmiştir ve hafif ancak katı bir gaga gelmiştir. Beden sıkıştırılmış bir hale gelmiş, sürüngen kuyruğu ve uzun ön kısım terk edilmiştir. Ağırlık merkezi, ana yapının altına asıl kasların yerleşmesi ile azaltılmıştır. Böbrek, yumurtalık gibi çift organların bir tanesi feda edilmiştir. Pelvis ise yere inerken inmenin şokunu azaltması (emmesi) için güçlendirilmiştir. Bacaklar ve ayak en aza indirilmiştir, beden içindeki kaslar onları hareket ettiren kasların yerini aldıklarından, buradaki kaslar kaybolmuştur. Beyin de değişikliğe uğramıştır; denge ve koordinasyon problemlerini halledebilmek için daha geniş bir beyincik gelmiş, daha geniş görsel kortekse sahip olunmuştur. Şimdi görme, kokudan çok daha fazla önem arz etmektedir. Daha az belirgin olan ancak çok daha dikkate değer olan ise vücut mekanizmasındaki değişimdir.
Uçmak için enerjiyi üretmek üzere kuş çok fazla yakıt tüketmelidir ve yüksek ısıyı korumalıdır. Kuşlar sadece çok yemekle kalmazlar. Meyve yetiştirenler bilirler veya görmüş olabilirler, sakrak kuşu sistematik olarak zengin bir ağaçtaki her bir tomurcuğu yok eder. Aynı zamanda gırtlaklarında rezerve yakıt depolayabilecekleri bir kese bulunur. Kalpteki bölümler tamamlanmıştır, böylece daha fazla kanı idare eder. Akciğerler de sadece genişlemekle kalmamış, vücut içerisindeki hava boşlukları tarafından doldurulmuştur. Bizim gibi kara canlılarında akciğerlerdeki havanın çoğu sabit olarak durur, normal bir nefeste çok küçük bir oranı değiş tokuş ederiz. Kuş, içine çektiği havayı akciğerlerden hava keseciklerine geçirir, her nefes ile birlikte bu miktar değiş tokuş edilir. Bu sistem, uçuş esnasında kaslar tarafından üretilmiş olan ısıyı dağıtmaya da yarar. Uygun değişimin böylesine güzel şekilde tesadüfen meydana geldiğini gözde canlandırmak, hayal gücünü zorluyor.40
Gordon Taylor, kuş evriminin neden imkansız olduğunu açıklamaktadır; ama buna karşın pek çok evrimci bu imkansız duruma inanmakta ısrarlıdır. Bunun nedeni sahip oldukları felsefi ön yargılarıdır. Evrimciler, Allah’ın yaratışını inkar etmek için iddialarına körü körüne bir bağlılık gösterirler. Söz konusu iddialarını destekleyen hiçbir geçerli delil olmamasına; tam tersine iddiaları defalarca çürütülmesine rağmen, yine de yaratılış gerçeğini kabul etmezler.
Konuya ön yargısız bakan her insan, bilimin ortaya koyduğu sonucun “yaratılış” olduğunu görecektir. Bu, aynı zamanda Kuran’da bildirilen bir gerçektir. Kuran’da “Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O’nun ayetlerindendir…” (Şura Suresi, 29) ve “Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 4) şeklinde buyurulmaktadır. Başka ayetlerde ise Allah canlılardaki çeşitliliği şöyle bildirmektedir:
Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. Biz onlara kendileri için boyun eğdirdik; işte bir kısmı binekleridir, bir kısmını(n da etini) yiyorlar. Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler mi? Yardım görürler umuduyla, Allah’tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir. (Yasin Suresi, 71-75)
Kuşlarda Uçuş için Yaratılmış Özel Kemik Yapısı
Kuşlar ve sürüngenler arasında birçok yapısal farklılık bulunur. Bunların en önemlilerinden biri kemiklerin yapısıdır. Çünkü uçuş açısından kemiklerin yapısı, kuşlar için son derece önemlidir. Kemiklerin hem sağlam hem hafif olmaları gerekmektedir. Kuşlarda -tam ihtiyaca yönelik olarak- kemikler ince, içi boş ve -bu boşluklu yapısına rağmen- oldukça sağlamdır. Bu şekilde hafif olan kemikler kuşların daha rahat uçmalarını sağlamaktadır. Ayrıca kuş iskeleti, hava direncini en aza indiren dar kemiklerden oluşmuştur. Bu kemikler havalanmak ve havada kalmak için gerekli olan enerji miktarını da azaltmaktadır. Sürüngenlerde ise kemikler ağır, kalın ve dolgulu yapıdadır.
Bir Fregat kuşunun kemiklerinin toplam ağırlığı 118 gramdır. Bu miktar, hayvanın tüylerinin toplam ağırlığından daha azdır. Kemiklerin bu derece hafif olması uçuş açısından son derece önemli rol oynar. Kuşlarda -tam ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde- kemiklerin ince, içi boş ve sağlam olması, evrimcilerin tesadüf iddialarını geçersiz kılan örneklerden biridir. Yüce Rabbimiz, Kuran’da bildirildiği gibi “… herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2) |
Kuş kemiklerinin içi boş olmasına rağmen, iskelet, hayvanın sahip olduğu kuvvete oranla fazlasıyla güçlüdür. Örneğin 18 cm uzunluğundaki kocabaş kuşu, bir zeytin çekirdeğini kırmak için gagasıyla ona 68.5 kg’lık bir basınç uygulayabilir. Kara canlılarınkinden farklı olarak kuş iskeleti, omuz, kalça ve göğüs kemerleri birbirine kaynaşmış bir şekilde birleşiktir. Bu tasarım kuşa daha sağlam bir yapı kazandırmaktadır. Ayrıca bu sayede kemiklerin birarada durması için kullanılan kas miktarı azalır ve kuşun daha hafif olması mümkün olur. Kuş iskeletinin bir başka özelliği, başta belirttiğimiz gibi diğer bütün omurgalı canlıların iskeletinden hafif olmasıdır. Örneğin bir güvercinin iskeleti, hayvanın vücut ağırlığı toplamının sadece %4.4′ünü oluşturmaktadır. Bir Fregat kuşunun kemiklerinin toplamı ise 118 gram gelmektedir ve bu miktar, hayvanın tüylerinin toplam ağırlığından daha azdır. Ünlü bilim dergisi Nature’ın editörü Henry Gee, kuşların bu özelliğini şöyle aktarmaktadır:
Kuşların göğüs kemikleri güçlü kaslar için dayanak noktası görevini görecek şekilde geniştir. Köprücük kemikleri sıkı, birbirine kenetlenmiş ve bükülmezdir. Her ne kadar birbirine bağlanmış kaburga kemikleri eğilmez, bükülmez bir kafesi oluştursalar da, kemiklerin çoğunun içi oyuktur; boru biçiminde çelik gibi hafif ve aynı zamanda güçlüdürler. Leğen ve kuyruk sokumu kemikleri sağlam bir yapı oluşturacak şekilde birbirine kaynamıştır. Sonuçta kuşların bedeni, hafiflikle gücü birleştirmektedir.41
Kuşların söz konusu özgün anatomisi, sürüngenlerden tümüyle farklıdır. Ancak buna rağmen, hiçbir somut delile dayanmayan “dinozor-kuş evrimi” senaryosu ısrarla savunulmaktadır. (Bu konu ile ilgili örneklere ileriki bölümlerde detaylı olarak değinilecektir.)
Bu arada bazı kavramlar da yanlış anlaşılarak teoriye delil zannedilmektedir. Örneğin bazı evrimci yayınlarda, dinozorların kalça kemiklerindeki farklılıklardan yola çıkılarak, kuşların dinozorlardan evrimleştiği öne sürülmektedir. Söz konusu kalça kemiği farklılığı,Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) ve Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerliler) gruplarına bağlı dinozorlar arasındadır. İşte bu “kuş-benzeri kalça kemerli dinozorlar” kavramı, zaman zaman “dinozor-kuş evrimi” iddiasına bir delil olarak algılanmaktadır. Oysa söz konusu kalça kemeri farklılığı, kuşların sözde atalarının dinozorlar olduğu iddiasına hiçbir destek sağlamamaktadır. Çünkü Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerliler) gruplarına bağlı dinozorlar, diğer anatomik özellikleri açısından hiçbir şekilde kuşlara benzemez. Örneğin kısa bacaklara, dev bir gövdeye, zırha benzer pullu bir deriye sahip olan (hatta savaş tanklarına benzetilen) Ankylosaurus, Ornithischiangrubuna bağlı kuş-benzeri kalça kemerli bir dinozordur. Buna karşılık, bazı anatomik özellikleri ile kuşlara benzetilebilecek olan, uzun bacaklı, kısa ön ayaklara sahip ince yapılıStruthiomimus ise Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) grubuna dahildir.42
Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerlilere ait) kalça kemiği (üst sağ) Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerlilere ait) kalça kemiği (üst sol)Evrimciler dinozorların kalça kemiklerindeki farklılıkları da evrimci propagandaya malzeme yapmaktadırlar. Ancak söz konusu kalça kemiği farklılığı kuşların atalarının dinozorlar olduğu iddiasına hiçbir destek sağlamaz. Çünkü iki canlı grubu arasında daha aşılması gereken çok büyük anatomik farklılıklar vardır. |
Kısacası, kalça kemeri yapısı, hiçbir şekilde dinozorlar ile kuşlar arasında evrimcilerin iddia ettiği gibi bir ilişki olduğuna dair delil oluşturmamaktadır. “Kuş-benzeri kalça kemerli dinozorlar” tanımı, sadece benzerlikten kaynaklanan bir tanımdır ve iki canlı grubu arasındaki diğer büyük anatomik farklılıklar, bu benzerliği evrimci bir bakış açısıyla dahi yorumlamayı imkansız kılmaktadır.
“Kuşlar dinozorlardan türemiştir” teorisiyle ilgili daha pek çok problem vardır.Theropodların ön ayakları en eski kuş olarak kabul edilen Archæopteryx‘e kıyasla, vücutlarına göre çok küçüktür. Bu canlıların ağır vücutları da düşünüldüğünde, ayakların bir tür “ön-kanat”a (proto-wing) dönüşmesinin mümkün olmadığı açıkça görülmektedir.Theropod dinozorların çok büyük bölümü (kuşlarda bulunan) semilunatik bilek kemiğinden yoksundur ve Archæopteryx‘te hiçbir benzeri bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Ayrıca dinozorların -kuşların atası olamayacağına dair- ön bacak yapılarında da çok güçlü deliller vardır. Feduccia tarafından yönetilen bir ekip, kuş embriyolarını mikroskop altında incelemiş ve bu çalışmaları Science dergisinde yayınlanmıştır.43 Feduccia ve ekibinin bulguları şu şekilde rapor edilmiştir:
Yeni araştırma, kuşların dinozorların sahip olduğu embriyonik başparmağa sahip olmadığını gösteriyor ki, bu da bu türlerin yakından ilişkili olmasının neredeyse imkansız olduğunu gösterir.44
Bir sürüngenin vücudundaki kemiklerin yapısı, şekli gibi vücut içindeki düzeni de kuşlarınkinden tamamen farklıdır. Bir dinozorun iskelet yapısının uçmaya elverişli bir kuş iskeletine zaman içerisinde, kendi kendine dönüşmesi kabul edilebilir bir iddia değildir. Öncelikle her iki canlı türünün de -dinozorlar ve kuşlar- sahip oldukları kemiklerin her biri belli bir amaçla bulundukları yerdedir. Şekilleri de her canlının ihtiyacına göre yaratılmıştır. Kafatası büyüklüğü, omurlarının sayısı, bacak uzunluğu, katlanmaya uygun kanat kemikleri, uçuş için gerekli göğüs kemiği, gagası vs. her biri kuşun yaşam şekline uygun olarak yaratılmıştır. Şayet evrimcilerin iddia ettiği gibi aşama aşama bir dönüşüm olsaydı, çok sayıda deforme iskelete rastlamamız gerekirdi. Örneğin kuşlarda tek kol önce gelişmiş, tek kol sonra gelişmiş olabilirdi; ya da bir kol kısa bir kol uzun olabilirdi; küçük bedene büyük kafatası olup dengeyi bozabilirdi; ayak parmaklarına ait kemikler ters yöne bakabilir ve yine denge bozulabilirdi. Boyun bölgesindeki omurlar gelişmemiş ya da hepsi birbirinden farklı büyüklüklerde sinirlere baskı yapacak biçimde olabilirdi… Bu ihtimaller sayısızdır. Eğer evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir canlının kemikleri rastgele düzenlenmiş olsaydı, bu sakat veya eksik yapıların çok yüksek oranlarda ortaya çıkması gerekirdi. Ancak yeryüzü katmanları hep düzgün yapılara ait, hep kusursuz, hep mükemmel fosillerle doludur. Bu konu -ara geçiş formu eksikliği- evrimcilerin yüzleşmek istemedikleri açmazların başında gelir. Bu durum açıkça göstermektedir ki, canlılar birbirlerinden türememişlerdir; her biri ayrı ayrı özgün yapılarıyla yaratılmıştır.
Sürüngen-kuş evrimi teorisi, tarihe Darwinizm’in ne denli büyük yanılgılara yol açabileceğinin bir örneği olarak geçecektir. Bunu şimdiden gören bilim adamları gerçeği dile getirmektedirler. Örneğin Alan Feduccia şöyle demektedir:
25 sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği teorisi, paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır.45
Kansas Üniversitesi’nde eski kuşlar üzerinde uzman olan Larry Martin ise şunu söylemektedir:
Doğrusunu söylemek gerekirse, eğer dinozorlarla kuşların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuşmak zorunda oluşumda utanıyor olacaktım.46
KUŞLARIN KEMİKLERİNDEKİ UÇUŞA
ELVERİŞLİ TASARIM YARATILIŞIN DELİLLERİNDEN BİRİDİR | |
Pelvik kuşak:
Kuşun leğen kemiğinde (pelvis) de bu birleşik yapı hakimdir. Kalça, kasık ve kuyrukla ilgili kemikler, bacak, kuyruk ve karın kaslarının yapışması için birleşmiştir. Bu birleşim güç sağlar. Kuşun kuyruğu ile ilgili kemiklerin birleşik olması ise kuyruktaki tüyleri ve kasları destekler. Bu yapı kuş için çok önemlidir, çünkü kuşun kuyruğu uçuş esnasında dümen görevi görür. | |
G öğüs: (thorax/toraks)
Ucu çengel gibi duran çıkıntılar, kuşun göğsünde bulunan yedi kaburganın geriye doğru bakan uzantılarıdır. Bu uzantılar, akciğer ve kalbin çevresindeki göğüs kafesi boşluğunu güçlendirirler. Bu da, yaşam için gerekli organları, uçuş sırasında oluşan kuvvetten ve dalıcı kuşları da suyun altında maruz kaldıkları basınçtan korur. Öndeki beş kaburga ise omurgayı sternuma bağlar. Göğüse ait bu omurlar, kanat çırpma ile oluşan kıvrılma ve eğilmelere karşı koymak için sıkı sıkıya bağlı durumdadırlar. | |
Ba ş ve Boyun:
Kuş kafatasındaki en belirgin farklılık, dişlerinin ve onları destekleyecek ağır çene kemiklerinin bulunmamasıdır. Kuşlarda çiğneme hareketi, kuş midesinin iki odacığından biri olan ve kuş gövdesinin yer çekimi merkezine önemli ölçüde ağırlık oluşturan taşlığa kaydırılmıştır. Bu da uçuşun daha az yorucu olmasını sağlar. Ayrıca kuşların yüz kemikleri ve gagaları da yoğun değildir, onun yerine güç kaybı olmadan ağırlığı azaltacak şekilde örülmüş ağ benzeri bir yapı vardır. | |
Kanat ve El:
Kolun yapısı, üst kol kemiğini (humerus), ön kol kemiğini (radius), dirsek kemiğini (ulna) ve bilek kemiğini (carpal) içerir. Kuşlarda, temel uçuş kasları yalnızca kol kemiklerine bağlıdır; bu yüzden etkili kuvvete karşı dayanıklıdırlar. Kuşların üst kol kemiği de, zorlu kuvvetlere dayanıklılık sağlayacak şekilde kısa ve sağlamdır. Dirsek kemiği üzerindeki çıkıntılar, ikincil uçuş tüylerinin kanat kemiklerine bağlandığı yerlerdir. Kuşun elindeki kemikler (bilek ve el tarağı kemiği) ise birincil uçuş tüylerine tam destek verecek şekilde birleşmiştir. | |
Bacak ve Ayaklar:
Kuşların bacaklarındaki kemiklerin -uyluk, incik (kaval kemiği) ve fibula (kayış kemiği)- dizilimi de son derece özeldir. Aşağı bacak kemiklerinin geniş bağlanma noktaları, kalkış, iniş, koşma ve sekme gibi hareketlerde sarsıntının emilmesinde yardımcı olurlar. Ayakların alt kısmında bulunan kemikler de birleşiktir. Bu yapı ayak sesini kısmen emen ekstra bir uzunluk oluşturur. Koşarken ya da sıçrarken ileriye doğru atılmak için fazladan güç sağlar. Kuşlar ayaklarının değil ayak parmaklarının üzerinde yürüdükleri için, ayak parmakları da gövdeyi dengeli bir biçimde taşıyacak özel bir tasarıma sahiptir. | |
Pektoral Ku şak:
Kol ve bacak kemiklerindeki kemikli destektir. İskeletin kanat çırpmasını mümkün kılan en belirgin parçalarından biri sternum çıkıntısıdır. Bu, kanatları kaldıran ve indiren kasları destekler. Yoğun kanat çırparak uçan kuşlarda omurganın yassı kemiği çok genişken, süzülerek uçan kuşlarda daha dardır. Trioseal kanal, kanatları kaldıran kaslara yapışık tendonlar için bir çeşit kasnak oluşturur, böylece onlar da omurgaya bitişik olarak bulunurlar. Geniş, birleşmiş köprücük kemikleri (toplu olarak furkula olarak adlandırılır) uçuş esnasında ciddi şekilde büzülen kasların esnemesine imkan sağlar ve bu yapı yalnızca kuşlarda bulunur. Geniş korakoid kemikler ise göğüse, uçuş kaslarının kuvvetine karşı destek sağlarlar. Aksi takdirde, göğüs uçuş sırasında büyük hasar görürdü. |
Kuş Akciğerindeki Özel Tasarım
Kuşların sürüngenlerden evrimleştiği iddiasını geçersiz kılan bir diğer örnek de kuşların akciğerlerindeki özel tasarımdır. Omurgalı kara canlılarıyla kuşların solunum sistemleri karşılaştırıldığında, birbirinden tamamen farklı şekilde çalışan yapılar oldukları görülür. Kuşların oksijen ihtiyacı, kara canlılarına göre çok daha fazladır ve hücrelere oksijenin iletilmesi çok çabuk gerçekleşmelidir. Dolayısıyla bir kara canlısının akciğeri, kuşun ihtiyacı olan yeterli oksijeni sağlayamaz. Nitekim kuşların akciğerleri, uçuş için gerekli oksijeni sağlayacak şekilde özel bir yaratılışa sahiptir.
Omurgalı kara canlılarının akciğerleri “çift yönlü” bir yapıya sahiptir: Nefes alma sırasında, hava akciğerdeki dallanmış kanallar boyunca ilerler ve “alveoli” denilen küçük hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit alışverişi burada gerçekleştirilir. Ancak daha sonra, kullanılmış olan bu hava, tam ters yönde hareket eder ve geldiği yolu izleyerek akciğerden çıkar, ana bronş yoluyla da dışarı atılır.
Kuşlarda ise hava akciğer kanalı boyunca “tek yönlü” hareket eder. Akciğerlerin giriş ve çıkış kanalları birbirlerinden farklıdır ve hava daimi olarak akciğer içinde tek yönlü olarak akar. Böylece kuş, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir. Uluslararası bilim dergisi Nature’ın editörü olan evrimci yazar Henry Gee, kuşlardaki tasarımdan bahsederken, “Kuşlar olağanüstü bir nefes alma düzenine sahiptir. Akciğerler, vücutta başka yerlerdeki ve hatta oyuk kemiklerdeki geniş hava boşluklarını da kapsayan, tek yönlü bir hava işleme sisteminin sadece bir bölümünü oluştururlar.”47 demektedir.
Kuş nefes aldığında, hava nefes borusundan hem akciğere hem de arka hava kesesine akar ve akciğerlerdeki mevcut hava da öndeki hava kesesine dolar. Kuş aldığı nefesi verdiğinde, arka hava kesesinde olan temiz hava akciğere geçer ve ön hava kesesinden nefes borusu yoluyla dışarı çıkar. Nefes alış-veriş sırasında gerçekleşen her iki devrin, kuşun aldığı tek bir nefes için bile mutlaka tam olarak gerçekleşmesi gerekir. Kuşların akciğerlerinde memelilerin ciğerlerinde bulunan “alveoli” yerine, akciğer boyunca uzanan milyonlarca küçük tüp bulunur.
Bu kompleks hava kesesi sisteminin amacı, kuş akciğerlerindeki hava akışının aynı yönde -arkadan öne- kesintisiz olarak gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu, akciğerdeki hava akış yönünün, nefes alıp verme esnasında tersine döndüğü sürüngen veya memelilerdeki sistemden farklıdır. Kuşlarda hava akışının tek bir yönde olması, havadaki oksijenin daha etkili kullanılmasını sağlar.
Kuşların kendilerine özel bu verimli solunum sistemi, hava direncini en aza indirir; havalanmak ve havada kalmak için gerekli enerji miktarını azaltır. Uçmak için gerekli yapılardan biri olan furkulum kemiğine yapışık, iyi gelişmiş göğüs kasları da kanat çırpma hareketine güç sağlar. Kanattaki uzun tüyler, uçak kanadı gibi işlev görerek uçuş için gerekli olan kaldırma kuvvetini oluştururlar.
Kuşların diyaframı yoktur, bu yüzden akciğerlerde havayı hareket ettirmek için, kemiklerin içine doğru uzanan hava keseciklerindeki basınç değişikliklerinden faydalanırlar. Çoğu kuşun sekiz hava keseciği bulunur. Bu hava kesecikleri solunum yolu boyunca havayı hareket ettirmek için adeta bir körük sistemi gibi çalışırlar. Birçok hava keseciği, “pönomatik (basınçlı hava ile işleyen) kemikler” olarak tanımlanan kemiklerin içine doğru ilerler.48 Bu özel yaratılış sayesinde, memelilerin ve sürüngenlerin aksine, kuşların akciğerleri her zaman şişik olarak kalır ve akciğerlere düzenli olarak taze hava sağlanmış olur.49
Kuşun akciğer yapısındaki bu sistem, yüksek enerji ihtiyacını karşılayacak en mükemmel yapıdır. Yeni Zelanda Otega Üniversitesi’nden moleküler biyolog Michael Denton, kuşların bu özel yapısından şöyle bahsetmektedir:
Kuşlarda ana bronş, akciğer dokusunu oluşturan tüplere ayrılır. Parabronşi diye adlandırılan bu tüpler sonunda tekrar birleşerek, havanın akciğerler boyunca tek bir yönde devamlı akımını sağlayacak sistemi meydana getirirler… Kuşlardaki akciğerlerin yapısı ve genel solunum sisteminin çalışması tümüyle kendine özgüdür. Kuşlardaki bu “avien” sistemi başka hiçbir omurgalı akciğerinde bulunmaz. Üstelik bu sistem, sinek kuşları, devekuşları ve atmacalar gibi çok çeşitli kuşlarda bile tüm temel detaylar açısından aynıdır. Bu sistem bütün kuş türlerinde aynıdır.50
Tek yönlü hava kanalı sadece kuş akciğerinde bulunan, özgün bir tasarımdır. Böyle kompleks bir yapının aşamalarla ortaya çıkması mümkün değildir. Çünkü canlının hayatta kalması için söz konusu tek yönlü hava kanalı sistemi ve akciğerler kusursuz bir şekilde ve her an var olmalıdır. Aksi takdirde akciğeri çalışmayan bir canlının birkaç dakikadan fazla yaşaması mümkün olmayacaktır. Michael Denton kuş akciğerinin kökenine evrimci bir açıklama getirmenin imkansızlığını ise şöyle belirtir:
Böyle tamamen değişik bir solunum sisteminin, azar azar küçük değişikliklerle standart omurgalı tasarımından evrimleşmiş olduğu iddiası, düşünülmeden ortaya atılmış bir tezdir. Solunum faaliyetinin … hiç aksamadan korunması, organizmanın hayatını sürdürmesi için gereklidir. En küçük bir eksik fonksiyon, ölüme sebep olacaktır.Kuş akciğeri de, içinde dallanmış olan parabronşlar ve bu parabronşlara hava temin edilmesini sağlayan hava kesesi sistemi en üst düzeyde gelişmiş olana kadar ve beraber, iç içe geçmiş, mükemmel bir şekilde işlevini yapana kadar, bir solunum organı olarak görev yapamaz.51
Kısacası, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçiş iddiasının gereği olan ara aşamaların hiçbiri, canlının yaşamını sürdürebilmesi için uygun değildir. Yapısı tamamlanmamış bu akciğerler işlevsel olmayacağı için, böyle bir ihtimal söz konusu değildir. Çünkü bir canlının, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçmesi için gerekli olan değişimlerin, zaman içinde birikerek oluşmasını bekleyecek vakti yoktur. Eğer kuş, iki akciğer tipinden birine eksiksiz olarak sahip olmazsa ölecektir. Bu durum kuşlara özgü bu anatominin doğal seleksiyon ve mutasyon gibi bilinçsiz mekanizmalarca oluşturulamayacağını görmek için yeterlidir. Kuş akciğeri, canlıları Allah’ın yarattığının sayısız delilinden sadece biridir.
Allah’ın Yaratma Sanatının Bir Örneği: Kuş Akciğerleri
Dolaşımın her bölgesinde, havanın içinde bulunan oksijen konsantrasyonunun temasta olduğu kandan daha fazla olmasını sağlar. Havadan kana yapılan oksijen naklinin etkinliğini en yüksek dereceye eriştirir. Bu, karşı-akım değişimi (counter-current exchange) olarak bilinir. Bu kadar etkin akciğerler kuşlara uçuşun gerektirdiği enerji talebiyle, özellikle de yüksek rakımlarda- başa çıkmalarında yardımcı olur.
Tüm bunlar, ortada çok kusursuz bir tasarım olduğunu göstermektedir. Bu tasarım, hem evrim iddiasına yönelik yıkıcı bir darbe, hem de yaratılışın delillerinden sadece biridir.
1.Arka hava kesecikleri
2.Akciğer 3.Ön hava keseleri (Bir kısmı kuşun içi boş kemiklerinin içindedir) |
Michael Denton’a göre, sürüngen akciğerinin, küçük değişiklikler sonucu kuş akciğerine dönüşmüş olması, bu süreç boyunca işlevsel kalması ve her aşamada canlıyı daha avantajlı hale getirmesi hayal gücünün ötesindedir. Nitekim evrimcilerin iddialarına göre sürüngenden kuş akciğerine geçişin, diyaframı tamamlanmamış zayıf bir canlı ile başlamış olması ve doğal seleksiyonun bu sözde ara geçiş canlısını elemesi gerekirdi. Denton da kendisiyle yapılan bir röportajda, bu tür bir geçişin olamayacağını ifade ederek, Darwinizm’in iddialarını akciğer örneği üzerinden şöyle eleştirmektedir:
(Darwinizm’in) Açıklamayı başaramadığı en temel model, başlıca organizma türlerinin çok açık biçimde benzersiz ve diğerlerinden ayrı özelliklerde olmalarıdır. Benim bu teoriyle en temel problemim şu aslında; bir kuşun akciğerinden kaya yengecinin gözüne kadar öylesine ileri derecede komplike organlar, sistemler ve yapılar var ki, bu şeylerin tesadüfi değişimler sonucu zaman içinde birikerek meydana gelmiş olabileceğine ihtimal veremiyorum.Tüm bu şeylerin küçük tesadüfi değişimlerle birikerek geliştiğini tümden kabul etmek, bence sağduyuyu çok açık biçimde reddetmek anlamına geliyor. Bu, özellikle öne sürülen vakaların çoğu için tamamıyla saçma bir iddia. Çünkü hiç kimse bunun nasıl meydana geldiği hakkında güvenilir bir açıklama düşünemiyor. Ve bu da herkesin değinmeden geçtiği, herkesin bir kenara attığı ve gözlerden gizlemeye çalıştığı, anlaşılması çok zor bir soru.Doğadaki bu kompleks adaptasyonların bir dizi ara geçiş formuyla açıklanamayacağı bir gerçektir. Bu da çok temel bir sorundur. Sağduyu, bana bir şeylerin yanlış olduğunu söylüyor.52
Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığı gibi çift yönlü hava akışına sahip olan sürüngen akciğeri ile tek yönlü hava akışına sahip olan kuş akciğeri arasında evrimsel bir bağ olması söz konusu olamaz. Çünkü bu iki akciğer yapısının arasında kalacak bir “geçiş” modeli mümkün değildir. Bir canlı yaşamak için sürekli nefes almak zorundadır ve akciğer yapısında baştan aşağı değişiklik olması ise mutlak ölümle sonuçlanacaktır. Kaldı ki bu değişiklik evrime göre milyonlarca yıl kademe kademe gerçekleşmelidir; oysa akciğeri çalışmayan bir canlı birkaç dakikadan fazla yaşayamaz.
Bu konuda belirtilmesi gereken diğer bir nokta, sürüngenlerin diyaframlı, kuşların ise diyaframsız bir solunum sistemine sahip olmalarıdır. Bu farklı yapı da yine iki akciğer tipi arasında gerçekleştiği öne sürülen evrim iddialarını imkansız kılar. Solunum fizyolojisi alanında otorite sayılan John Ruben, bu konuda şu yorumu yapar:
Theropod bir dinozorun kuşlara evrimleşmesi, diyaframında ciddi bir sakatlık oluşmasını gerektirecektir, ama bu durum canlının nefes alma yeteneğini çok kritik bir biçimde sınırlayacaktır… Buna neden olabilecek bir mutasyonun selektif bir avantaj sağlaması imkansız gözükmektedir.53
Kuş akciğerinin evrime meydan okuyan bir diğer özelliği ise, hiçbir zaman havasız kalmayan ve kaldığında “çökme” tehlikesiyle karşılaşan özel yapısıdır. Michael Denton, bu konuyu da şöyle açıklar:
Bu denli farklı bir solunum sisteminin, standart omurgalı tasarımından nasıl evrimleşmiş olabileceğini düşünmek neredeyse imkansızdır. Özellikle de solunum sisteminin çalışır halde korunmasının bir organizmanın yaşamı için ne kadar mecburi olduğu düşünüldüğünde… Dahası, avien akciğerinin kendine özgü biçim ve fonksiyonu, daha birçok özelleşmiş adaptasyonu gerektirecektir… Çünkü öncelikle, avien akciğeri vücut duvarlarına sıkıca tutturulmuştur ve hacim olarak genişlemesi mümkün değildir. Öte yandan, akciğerdeki hava tüplerinin çok dar yarıçapları ve bunların içindeki herhangi bir sıvının yüksek yüzey gerilimi nedeniyle, avien akciğeri, diğer omurgalıların aksine, kendi içinde çökmüş bir durumdan alınıp yeniden havayla doldurulamaz… (Bu yüzden) Kuşlarda, akciğerin içindeki hava kesecikleri, diğer omurgalıların aksine, hiçbir zaman boşaltılmaz. Aksine ciğerler ilk gelişmeye başladıkları andan itibaren daima ya sıvıyla (embriyo aşamasında) ya da havayla doludurlar.54
Bu durum şunu göstermektedir: Kuşların akciğer kanalları o kadar dardır ki, bu akciğerin içindeki hava kesecikleri diğer kara canlılarının ciğerleri gibi havayla dolup boşalamaz. Eğer kuş akciğeri bir kez tam olarak boşalsa, kuş bir daha ciğerlerine hava çekemeyecek ya da bunu yapmakta çok büyük bir zorluk çekecektir. Bu yüzden akciğerin etrafına yerleştirilmiş olan hava kesecikleri sürekli bir hava akışı sağlar ve ciğerleri havasız kalıp sönmekten korur.
Elbette ki, sürüngenlerin ve diğer omurgalıların akciğerlerinden tamamen farklı olan ve olağanüstü derecede hassas dengelere dayanan bu sistem, evrim teorisinin iddia ettiği gibi bilinçsiz mutasyonlarla, kademe kademe gelişmiş olamaz. Denton, kuş akciğerinin bu yapısının Darwinizm’i geçersiz kıldığını şöyle ifade etmektedir:
Kuş akciğeri, bizleri, Darwin’in “eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır” şeklindeki meydan okuyuşuna cevap vermeye götürmektedir.55
Kuşlardaki solunum sistemi tesadüf eseri oluşamayacak kadar mükemmel bir mühendislik tasarımıdır. Bu gerçek, evrimci iddiaları çok açık bir şekilde geçersiz kılmaktadır. |
Kuş akciğerine baktığımızda da çok sayıda küçük değişiklikle meydana gelmesinin mümkün olmadığını görürüz. Bu durumda Darwin’in teorisi kendi ifadesiyle “kesinlikle yıkılmış” olmaktadır. Corvallis’deki Oregon State Üniversitesi’nde evrimsel solunum fizyolojisi uzmanı olan John Ruben de konu ile ilgili şunları belirtmektedir:
Son zamanlarda, ortak kanı, kuşların doğrudan theropod dinozorlarının soyundan geldiğini ileri sürmektedir. Ancak, Mezozoik dönem boyunca,theropodlardaki hepatik-piston diyaframlı akciğer solunumunun belirgin muhafazası, böyle bir ilişki için temel bir problem oluşturur. Avien (kuşlara ait) karın hava kesecik sisteminin, diyaframlı-havalandırmaya sahip (sürüngen) atadan türemesinin ilk aşamaları, diyafram fıtığı için bir seleksiyon gerektirmiş olmalıdır. Bu tür zayıflatıcı bir koşulun, zaman kaybetmeksizin tüm akciğer solunum sistemini zaafa uğratması gerekirdi. Dolayısıyla herhangi bir seçici avantaja sahip olmuş olması mümkün görünmemektedir.56
Kısacası sürüngen akciğerinden kuş akciğerine doğru bir geçiş mümkün değildir. Bu gerçek, “kuşların evrimi” tezinin asılsızlığını gösteren önemli bir bilimsel kanıttır. Bu kanıt, Yüce Rabbimiz’in kuşları, sahip oldukları özgün vücut tasarımlarıyla yarattığını göstermektedir.
EVRİMCİLER TEORİLERİ ALEYHİNDEKİ DELİLLERİ GÖRMEZDEN GELİYORLAR
Evrimci bilim adamlarının çoğu, kuşların dinozorlardan evrimleştiğine inanmaktadırlar. Bu yaygın kanının bir sonucu, bu iddiayla çelişen bilimsel delillerin tümüyle göz ardı edilmesidir. Bunun bir örneği Corvallis’deki Oregon Eyalet Üniversitesi’nde solunum fizyolojisi uzmanı olan John Ruben’in araştırmasıdır.
Ruben’in liderliğindeki bir grup, 120 milyon yıllık küçük etçil bir dinozor olan Sinosauropteryx’in iç organlarının fosil taslaklarını inceler. Sonuçta theropodların kuşlarla değil timsahlarla benzer olduğu ortaya çıkar. Ruben şöyle demektedir:
Therepodlar iki ana boşluğa sahiptiler: Akciğer, karaciğer ve kalbi içine alan göğüs boşluğu ile bağırsak ve diğer organları kapsayan karın boşluğu. Bunlar, timsahlarda olduğu gibi, birbirlerinden diyafram ile tam olarak ayrılmışlardır. Kuşlarda ise böyle bir ayrım yoktur. Yaşayan timsahlarda bu ayrımın işlevi, boşluklar arasında hava sızdırmaz bir kapak görevi görmektir. Diyafram kasları büzüldüklerinde, karaciğeri geriye çekerler ve havanın körük tipi akciğerleri doldurmasını sağlayarak göğüs boşluğunda ters yönde basınç oluştururlar. Kuşların boşluklar arasında böyle bir ayrıma ihtiyaçları yoktur; çünkü keseciklerin genişleyip büzülmesiyle, vücutlarından çekilen hava tek yönde, milyonlarca küçük hava koridorundan geçerek hareket etmektedir.
Ruben aynı zamanda, theropod ve timsahların -kaslara bağlı ve havanın körük benzeri akciğerlere girmesine yardımcı olan- farklı bir kalça yapısına sahip olduklarını da göstermiştir. Ruben, tüm bu bulguların sonucunda şunu söylemektedir:
Ruben, bir röportajında ise kuşlardaki akciğer sisteminin dinozorlardan evrimleşemeyeceğini şöyle belirtmektedir:
Böylece Ruben ve ekibi, körük benzeri akciğerlerin günümüz kuşlarındaki yüksek performansa sahip olan akciğerlere evrimleşmiş olamayacağını bir kez daha göstermişlerdir.4 Science dergisinde yayınlanan “Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood” (Akciğer Fosili Dinozorların Soğukkanlı Olarak Nefes Aldıklarına İşaret Ediyor) başlıklı makalede Ruben’in bu araştırmalarından şöyle söz edilmektedir:
Kimilerine göre Ruben’in bu raporu “dinozor kökenli kuşlar hipotezine atılan birkaç yumruktur.”6 Ancak dikkat çekici bir durumdur ki, dinozordan kuşa evrimin savunucuları, teorilerinin aleyhinde olacak bu delili hesaba katmamaktadırlar. Dino-kuş tezinin taraftarları, diğer tüm canlılardan farklı ve oldukça kompleks olan kuşlardaki akciğerlerin nasıl ortaya çıktığına dair hiçbir geçerli açıklama öne sürememekte, aleyhte delillere ise gözlerini kapamaktadırlar.
Ayrıca Ruben, küçük bir et yiyici olan Scipionyx Samnitucus türünü, ultraviyole ışığının altında incelemiştir. Şimdiye kadar bulunan dinozorlar arasında, organları en iyi korunmuş olan bu özel türün bazı iç organ düzenlemeleri, ultraviyole ışığı sayesinde ortaya çıkmıştır. Bu dinozorun bağırsaklarının, karaciğerinin, nefes borusunun (trakea) ve kaslarının ana hatlarını belirlemiştir. Ruben, fosil iki boyutlu olsa da “hiçbir şeyin yeri değişmemiş… Tüm [organlar] birbirleriyle bağlantılı olarak muhafaza edilmektedir.” demektedir.7
Bu canlıda yer alan ve kasık kemiğinden karaciğere kadar uzanan kas ise, günümüzde yaşayan timsahlarda akciğerin genişlemesine ve büzülmesine neden olacak şekilde, karaciğerin tıpkı bir piston gibi ileri ve geri hareket etmesine yardımcı olur. Hava geçirmez bir doku tabakası, yani diyafram, karaciğer ve akciğerleri ayırır. Ruben’e göre, theropod dinozorlarda “hepatik (karaciğerle ilgili) piston diyaframı” olarak adlandırılan bu yapının bulunması, onların kuş akciğerlerine benzer bir yolla nefes aldıkları olasılığını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Ruben ve meslektaşları, dinozorların iç organlarının düzeninin kuşlara benzemediği ve bu canlıların soğukkanlı oldukları sonucuna varmaktadırlar.8
Ruben ve ekibinin çalışmalarını gören Kansas Üniversitesi’nden paleontolog Larry Martin ise şunları ifade etmiştir:
Larry Martin kuşların sözde dinozorlardan geliştiği yönündeki iddialara karşı çıkarak, konuyu şöyle özetlemektedir:
Philadelphia’daki Pensilvanya Üniversitesi’nde paleontolog olan Peter Dodson’a göre ise Ruben’in analizi, “sıcakkanlı dinozor teorisinin tabutuna çakılan yeni bir çivi olmuştur”.11 Ruben, ayrıca, kuş-tipi akciğerlerin dinozorlarda bulunmamasının, kuşların onlardan evrimleştikleri fikrine gölge düşürdüğünü vurgulamaktadır.
Ancak ne ilginçtir ki, tüm bu araştırma sonuçları, evrim teorisinin yerleşik varsayımlarıyla çeliştiği için, memnuniyetsizlikle karşılanmaktadır. Hatta evrimciler karşıt deliller hiç sunulmamış gibi, eleştirileri dikkate almadan telkin yöntemi kullanmakta ve sansasyonel yönü yüksek medyatik haberlerle teorilerini ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Bu durum evrimcilerin bakış açısındaki dogmatizmi ve fosil yorumlarındaki taraflılığı ortaya koyan önemli bir örnektir.
1. Ann Gibbons, “Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood”, Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230.
2. Ann Gibbons, “Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood”, Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230. 3. Malcolm W. Browne, “Turning Dinosaur Theory on Its Paleobiological Tail”, The New York Times, 26 Ocak 1999, Science Desk. 4. Ann Gibbons, “Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood”, Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1129-1130. 5. Ann Gibbons, “Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood”, Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, s. 1229-1230. 6. Ann Gibbons, “Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood”, Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230. 7. “Turbocharged dinosaur”, BBC News, 21 Ocak 1999; http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/259902.stm 8. John A. Ruben, Cristiano Dal Sasso, Nicholas R. Geist, Willem J. Hillenius, Terry D. Jones, Marco Signore, “Pulmonary Function and Metabolic Physiology of Theropod Dinosaurs”, Science, 22 Ocak 1999, ss. 514-516. 9. Malcolm W. Browne, The New York Times, 26 Ocak 1999. 10. Ann Gibbons, “Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood”, Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230. 11. Ann Gibbons, “Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood”, Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230. |
KUŞLAR VE DİNOZORLAR BİRBİRİNDEN ÇOK FARKLI ANATOMİK
Theropod dinozorlarda “hepatik (karaciğerle ilgili) piston diyaframı” olarak adlandırılan yapının bulunması, onların kuşlardaki gibi akciğerler yoluyla nefes aldıkları olasılığını ortadan kaldırır. Araştırmalar theropod ve timsahların, kaslara bağlı ve havanın körük benzeri akciğerlere girmesine yardımcı olan farklı bir kalça yapısına sahip olduklarını da göstermektedir. Kuş-tipi akciğerlerin dinozorlarda bulunmaması kuşların onlardan evrimleştikleri iddialarının geçersizliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.ÖZELLİKLERE SAHİPTİR
|
TAVUS KUŞU, ALLAH’IN BENZERSİZ YARATMA SANATININ BİR ÖRNEĞİDİR
İngiltere’deki Bristol Üniversitesi’nde mühendislik tasarımı alanında doçent olan Stuart Burgess, tavus kuşu tüyündeki tasarımı çarpıcı bir şekilde ortaya koymuş ve bu tasarımın hiçbir şekilde Darwin’in “seksüel seçme” teorisiyle açıklanamayacağı sonucuna varmıştır.
Tavus kuşunun kuyruğu, büyük tüyleri, parlak renkleri ve kendisine özgü desenleri ile olağanüstü bir güzelliğe sahiptir. Tavus kuşundaki göz alıcı renklerin bir özelliği de, görüş açısına göre değişmeleridir. Burada renkler pigmentlerle (canlıların dokularına renk veren madde) değil, “ince-film” adı verilen ve tüycüklerde oluşan optik bir etki sayesinde ortaya çıkar. Kuş tüyleri üzerindeki en ince yapılar olan ve ancak mikroskop altında görülebilen tüycüklerde ortaya çıkan ince-film etkisi, üç keratin tabakada gerçekleşir. Şeffaf keratin tabakalar ışığı kırar ve kırılan ışığın bazı bileşenlerini tutarlar. Yumuşak iç kısmın kahverengi renkte olması, keratin katmanlara karanlık tonda bir arka plan sağlayarak ışığın arkaya geçip kaybolmasını engeller. Böylece yansıtılan ışık, renkleri ortaya çıkarabilir. İnce-film etkisi üç tabakada aynı anda gerçekleşir ve ortaya farklı renkler çıkar. Keratin tabakalarının belli bir rengi üretmesi ancak son derece ince olmaları sayesinde mümkün olur. Keratin tabakaların kalınlığı milimetrenin sadece yirmi binde biri kadardır ve bu kalınlık, en parlak rengi üretmede en ideal kalınlıktır. Çünkü tabaka kalınlığı, gözle görülebilir ışığın dalga boyunu geçmemelidir. Kuyruktaki göz deseninin olağanüstü parlaklığı da kuşun sahip olduğu bu özel renk üretim mekanizmasından kaynaklanır.1
Göz şeklinin çok önemli bir özelliği de binlerce tüycüğün birleşmesiyle ortaya çıkan bir şekil olmasıdır. Birbirlerinden bağımsız olmalarına karşın komşu tüycükler kusursuz bir uyumla göz şeklini oluştururlar. Eğer bu tüycükler rastgele ve düzensiz şekilde dizilecek olsalardı -burada detaylarına girmediğimiz- matematiksel formüllere dayanan geometrik şekiller ortaya çıkaramazlardı. Bu şeklin tesadüflerle ortaya çıkmış olma ihtimali, kuş bakışı bakıldığında bahçedeki çiçeklerin tesadüf eseri detaylı bir göz deseni oluşturması kadar azdır.
Bir erkek tavus kuşu yaptığı kur esnasında kuyruk tüylerini sergilerken ortaya muhteşem bir yelpaze çıkar. Erişkin bir tavus kuşunda her yıl yenilenen yaklaşık 200 kuyruk tüyü vardır. Bunlardan yaklaşık 170′i “göz” desenini oluşturan tüyler, geri kalan 30′u ise “T” şeklini oluşturan tüylerdir.
Yelpaze oluşturan bu tüy tasarımında gözlerin oldukça düzenli bir yayılım gösterdiği, T ve göz tüylerinin de mikroskobik ölçüde çok kompleks bir yapıya sahip oldukları görülür. Gözlerin her biri görünür vaziyettedir, çünkü yelpazede ön sıraya kısa tüyler, arka sıraya uzun tüyler yerleştirilmiştir.
Sergilenen tüylerin güzel görünmesinin nedenlerinden biri de, 180 dereceden daha büyük bir açı üzerinden yarı dairesel bir yelpaze oluşturmalarıdır. Yelpazenin oluşumu -her tüy ekseninin neredeyse ortak geometrik merkezden çıkmalarından dolayı- çok düzgündür. Sergilenen tüylerin merkezden çıkış açıları da belirlidir.
Tüydeki tüm fiziksel yapıların bilgisinin DNA’da saklı olduğunu hatırlamak, tasarımın olağanüstülüğünü bir kez daha vurgular. Keratinin katman sayısı ve kalınlığı, tüycüklerin sayısı, kahverengi arka plan, tüylerin arasındaki mesafeler… Bunların tümü DNA’daki bilgiye göre üretilir. Bu kusursuz güzelliğin, evrimcilerin iddia ettiği gibi rastgele mutasyonlar sonucu ortaya çıkması kesinlikle mümkün değildir.
Bu gerçek, en baştan beri evrim teorisi için büyük bir sorun olmuştur. Canlılardaki yaratılış delillerini kör tesadüflerle açıklama çabasındaki Darwin, arkadaşı Asa Gray’e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta, tavus kuşu tüyleri hakkında şu yorumu yapmıştır:
Tavus kuşunun kuyruğunun güzelliği, kuyruğun işleviyle ilgili değildir. Tavus kuşundaki bu özellik, bir yaratılışın belirgin bir işaretidir. İnsanlara ait tasarımlarda da bir güzellik görüldüğünde bunun bir tasarımcıya ait olduğu hemen anlaşılır. Örneğin bir peyzaj mimarı bahçeye düzen getirmenin ve işlevsellik kazandırmanın yanı sıra, eklediği güzellik ve estetik unsurlarla, bu bahçenin bir mimar tarafından düzenlendiğine dair işaretler de bırakır. Mimarın bahçenin estetiğine eklediği her detay, aynı zamanda bu bahçenin tesadüf eseri düzenlenmediğini gösteren bir delildir. Optik biliminin inceliklerini sergileyen tavus kuşu tüyündeki güzellikler de, bu yaratılışın sahibinin, yani Rabbimiz’in varlığını ortaya koyan estetik harikası örneklerden biridir.
Burada genel hatlarıyla yer verdiğimiz tavus kuşunun tüylerindeki her detay, belli bir amaç için bulundukları yer, şekil, yapı ve renktedir. Bu amaç bizlere Allah’ın sanatını sergilemekte, detaylardaki ilmini tanıtmakta ve Allah’ın insanın hoşuna gidecek benzersiz güzellikler yaratmaya kadir olduğunu hatırlatmaktadır. Bir Kuran ayetinde, canlılardaki farklı renklere dikkat çekilerek, Allah’tan korkan insanların bu gibi gerçekleri kavrayan “ilim sahipleri” olduğu bildirilmektedir:
1. Stuart Burgess, “The beauty of the peacock tail and the problems with the theory of sexual selection”, The in Depth Journal of Creation, vol. 15, no.2, 2001, ss. 94-102.
2. Francis Darwin, Letter to Asa Gray, 3 Nisan 1860, The Life and Letters of Charles Darwin, John Murray, London, vol. 2, 1887, s. 296 |
Sürüngen Pullarının Kuş Tüyüne Dönüşmesinin İmkansızlığı
Kuşların kökeni Darwinizm için her zaman önemli bir sorun olmuştur. Hatta evrimciler halen bu konuda fikir birliğine varamamışlardır. Evrimcilerin bu konudaki açmazlarından bir tanesi de, kuş tüylerinin kökenidir. Kuş tüyleri, uçmak için gerekli olan, oldukça kompleks yapılardır ve yalnızca kuşlarda bulunurlar.
Bugün birçok evrimci, dinozor pullarının milyonlarca yıl içinde günümüz kuşlarının tüylerine dönüştüğünü iddia etmektedir. Kuşların kökeni ile ilgili ortaya atılan bu senaryoya göre, sürüngen pulları mutasyonlar ve doğal seleksiyon ile zaman içinde şekillenerek kuş tüylerine dönüşmüştür. Ancak fizyolojik ve anatomik açıdan imkansız olan bu dönüşümü -pullardan tüylere geçişi- gösteren hiçbir kanıt yoktur. Bu durumun farkında olan evrimciler de yüzeysel izahlarla konuyu geçiştirmek isterler. Ateist evrimci Richard Dawkins bir kitabında “Tüyler değişmiş sürüngen pullarıdır.” gibi tek cümlelik kaba bir açıklamayla yetinmektedir.57 Şimdi evrimcilerin bu iddialarının imkansızlığına daha detaylı olarak değinelim:
Sürüngen pulları ve kuş tüyleri birbirinden çok farklı yapılardır:
Tüylerin kökeninin evrimciler açısından makul bir açıklamasının olmaması son derece doğaldır. Çünkü sürüngen pulları ve kuş tüyleri birbirinden tamamen farklı yapılardır. Connecticut Üniversitesi’nde fizyoloji ve nörobiyoloji profesörü olan A. H. Brush, aşağıdaki ifadeleriyle sürüngen pulları ile kuş tüyleri arasındaki tasarım farklılığını şöyle ifade etmektedir:
Tüyler ve pullar… Genetik yapılarından gelişimlerine, morfolojilerinden doku organizasyonlarına kadar herşeyde birbirlerinden farklıdırlar… Kuş tüylerinin protein yapısı ise diğer omurgalıların hiçbirinde görülmeyen, tümüyle özgün bir yapıdır… Tüyler fosil kayıtlarında da sadece kuşlara has bir özellik olarak bir anda belirirler.58
Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadır. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanırlar. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatırlar. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur. Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engeller. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlarlar. Tüylerin kuşların ihtiyaçlarına yönelik çok fonksiyonlu olarak yaratılmış olması da, Allah’ın canlılar üzerindeki rahmetinin örneklerinden biridir. |
Pullar derideki yassı, boynuzumsu sertlikte tabakalardan oluşan kıvrımlardır. Çatı kiremitleri gibi üst üste binen, suyu dışarıda tutmaya yarayan, hayvanın hareket etmesine izin veren ve vücut sıcaklığını koruyan yapılardır. Tüyler ise hafif, güçlü, aerodinamik şekilleriyle sadece kuşlara özgü, tüy, tüycük ve kancalardan oluşan, merkezi bir gövdeye sahip çok kompleks yapılardır. Kenarlardaki küçük tüycükler çengellere kilitlenen küçük kancalarla donanmıştır ve tüyün yüzeyini düz, güçlü ve esnek olacak şekilde kanada bağlarlar. Bu yapı aynı zamanda onları su-geçirmez yapar ve bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur.
Örneğin Turna kuşunun tek bir tüyünün üzerinde, tüy sapının her iki yanında uzanan 650 tane ince tüy vardır. Bunların her birinde 600 adet karşılıklı tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle birbirlerine bağlanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenir. Bu çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya daha ciddi durumlarda gagasıyla tüylerini taraması, düzleşmiş tüylerin eski aerodinamik şekillerine dönmeleri için yeterli olur. Ornitolog (kuş bilimci) Alan Feduccia, tüylerdeki tasarımı şöyle tarif eder:
Tüyler hafif, dayanıklı, aerodinamik bir şekle sahip, tüycüklerden ve kancalardan oluşan detaylı bir yapıya sahiptirler. Bu da onları su geçirmez yapar ve gagayla yapılan kısa bir düzeltme, düzleşmiş tüyü anatomik şekline tekrar sokabilir.59
Tüylerin bu kompleks tasarımının, rastlantısal mutasyonlar sonucunda sürüngen pulundan evrimleştiğini savunmak, hiçbir bilimsel temeli olmayan, dogmatik bir inanıştan başka bir şey değildir. Nitekim neo-Darwinizm’in kurucularından biri olan Ernst Mayr, bu konuda yıllar önce şu itirafta bulunmuştur:
Duyu organlarının, örneğin bir omurgalı gözünün ya da bir kuşun tüyleri gibi kusursuzca dengelenmiş sistemlerin rastlantısal mutasyonlar sonucunda gelişebileceğini varsaymak, bir insanın inandırıcılığı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.60
Kuş tüylerinin ve sürüngen pullarının gelişimleri birbirinden çok farklıdır:
Tüyler, pullardan sadece yapıları açısından farklı değildir. İzledikleri gelişim yolları da birbirlerinden tamamen farklıdır. Bir tüyün gelişimi de son derece kompleks bir süreci kapsar. Ayrıca puldakinden çok farklı olarak, tüyler tıpkı saçlar gibi “folikül” denen keseciklerden gelişirler. Ancak bir saç teli tüyden çok daha basit bir yapıdadır. Gelişen tüy bir kılıf tarafından korunur ve konik yapıdaki bir çekirdek etrafında oluşur. Tüy haline gelecek hücrelerin gelişimi de çeşitli kompleks fizyolojik süreçleri içerir. Hücreler oluştuktan sonra, tüyler üzerindeki çengellerin ve kenardaki küçük tüylerin kompleks dizilimlerini oluşturmak üzere, hücreler göç ederek birbirlerinden ayrılırlar.61
Ayrıca tüyler ve pullar derinin farklı katmanlarından gelişirler. Temelde protein yapısına sahip olan tüyler, “keratin” adı verilen bir maddeden yapılır. Keratin, derinin alt tabakalarındaki yaşlı hücrelerin, besin ve oksijen kaynaklarının yetersizliğinden ölmesi ve yerlerini genç hücrelere terk etmesi sonucu oluşan sert ve dayanıklı bir maddedir. Ancak tüy proteinleri (b-keratinleri), deri ve pul proteinlerinden (a-keratinleri) biyokimyasal olarak da farklıdır. Bu farklılıklardan ötürü Alan Brush şu sonuca varmaktadır:
Kuş tüyleri morfolojik (biçimsel) düzeyde sürüngen pullarıyla homolog (benzer) olarak düşünülmektedir. Ancak kuş tüyleri gelişim, morfoloji, gen yapısı ve dizilimi, lif oluşumu ve yapısı açısından farklıdır.62
Dr. Carl Wieland’ın Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. David Menton ile yaptığı röportajdan, sürüngen pullarının kuş tüylerine evrimleşmesinin imkansızlığı ile ilgili kesit şöyledir:
Dr. Carl Wieland: … Evrimciler uzun süredir kuş tüylerinin sürüngen pullarından evrimleştiğini, bu yüzden ikisinin de esas itibariyle aynı yapıya sahip olduklarını -çok benzer- olduklarını iddia etmektedirler.Dr. David Menton: Evet onları kıyaslamak konusuyla ilgileniyorum. Evcil bir boğa yılanına sahip, bir laboratuvar teknisyenim vardı; bu yüzden deri değiştiren yılandaki pullardan bir kısmını inceleme imkanım oldu. En ufak bir parçanın bile tüylere benzerliği yoktu elbette. Tek benzerlik her ikisinin de saç, tırnaklar ve derimiz gibi keratin proteininden meydana gelmiş olmalarıdır. Gelişimleri de oldukça farklıdır. En temel farklılık, tüylerin bir folikülden ortaya çıkmasıdır. Bir folikül derinden gelişerek derinin dışına çıkan- epidermisin (dış deri) boru şeklindeki, aşağıya doğru sarkan uzantısıdır. Ve özelleşmiş canlı derinin bu borusu, çok derindeki bir büyüme matrisinin içerisinde tüy üretir. Sürüngen pulunun kesin olarak foliküllerle ilişkisi yoktur. Pulların tümü bir yaprak gibi dökülebilir, çünkü pullar hiçbir şey değildir. Fakat epidermisin içinde bağlanırlar, tüyler ise kendi foliküllerinden ortaya çıkarlar… eğer evrimciler gerçekten de bir delil göstermeyi istemiş olsalardı, tüylerin saçlardan evrimleştiğini ya da tam tersini iddia etmeleri gerekirdi. Tabii bu, memeliler ve kuşların bağımsız olarak sürüngenlerden evrimleştikleri inancına uymayacaktı.63
TÜYLERİN BÜYÜME ŞEKLİ, PULLARDAN ÇOK FARKLIDIR.
Tüyler, pullardan sadece yapıları gereği farklı değildir. İzledikleri gelişim yolları da birbirlerinden tamamen farklıdır. Tüyler keratinositlerin (içinde keratin oluşan hücrelerin) artması ve farklılaşması ile büyürler. Epidermis (dış deri) tabakasındaki bu keratin üreten hücreler öldüklerinde arkalarında bir keratin yığını bırakırlar. Keratinler katı yapılar oluşturan güçlü, ama aynı zamanda esnek protein lifleridir. Tüyler beta-keratinlerden meydana gelir. Büyüyen tüyün dışındaki kılıf daha yumuşak olan alfa-keratininden oluşur. Tüyler papillae adı verilen ve deri altında bulunan oyuklar oluştururlar ve hemen hemen tüm vücudu sararlar. Her oyuk, tüy gelişmesini sağlayacak şekilde bol miktarda kan ile takviye edilir. Güçlü ancak hafif bir yapı olan tüyler, pullardan ve -ince, kalın, tüylü veya tüysüz- tüm deri çeşitlerinden farklıdır.
(1) Tüy büyümesi dermisteki hücrelerin yoğunlaşması üzerine epidermisin kalınlaşmasıyla -bir plak (placode) ile- başlar.
(2) Daha sonra bu plak, tüy tohumu denilen uzatılmış bir tüp oluşturur. (3) Tüy tohumu etrafında halka şeklinde çoğalan hücreler, tüyü meydana getiren folikülü (kesecik) oluştururlar. Folikülün dibindeki bu halka içinde, keratinositlerin sürekli üretimi, yaşlı hücreleri yukarı ve dışarı doğru iter. Bunun sonucunda boru şeklinde bütün bir tüy oluşur.
İKİ YAPI ARASINDA EVRİM İMKANSIZDIR.
Tüm bu aşamalar göz önünde bulundurulduğunda, tüyün belli bir amaç doğrultusunda geliştiği görülür. Tesadüflerin bir amaç doğrultusunda akıl ve bilinç gerektiren tasarımlar meydana getirmesi elbette ki mümkün değildir. Burada derin düşünen, temiz akıl sahipleri için Allah’ın sonsuz ilmi ve sanatı tecelli etmektedir.
(4) En dış epidermal tabaka büyüyen tüyü koruyan geçici bir yapı olarak tüy kılıfını oluşturur. Bu arada iç epidermal katman, sonradan tüyün kancaları haline gelecek olan bir dizi bölüme ayrılır.
(5) Bir pennacious tüyde sap çıkıntısı oluşana kadar, kancalar halka etrafında sarmal şekilde büyürler. Bu kancalar sapın sırt kısmında birleşirler. (6) Büyüme sürdükçe, tüyler kılıflarından çıkarlar. Daha sonra tüy düz şeklini almak için kıvrımlarını açar. Tüy asıl boyutuna geldiğinde, folikül halkası tüyün kökünde borumsu, basit bir sap oluşturur. |
Şuursuz hücrelerin, ne şekilde birleşirlerse kuşun uçmasını sağlayacak bir düzenlemeye sahip olacaklarını bilmeleri kuşkusuz ki mümkün değildir. Tesadüfi mekanizmaların doğal seleksiyon ve mutasyon- uçuş için elverişli kompleks bir yapı olan tüyü tasarlamaları ise, sağduyu sahibi kimsenin kabul edebileceği bir ihtimal değildir. Canlıların her biri Yüce Rabbimiz’in kendileri için yarattığı organ ve sistemlerle, mükemmel tasarımlara sahiptir. Bu nedenle Allah’ın sonsuz akıl ve ilminin delillerinden bir bölümünü yansıtırlar. Bir ayette Allah şöyle bildirmektedir:
Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)
Evrimcilerin iddiasına göre sıkça rastlanması gereken ara geçiş formlarına tek bir örnek dahi yoktur:tur:
Kuş tüyleri ile sürüngen pulları arasındaki büyük yapısal farklar ve kuş tüylerinin son derece kompleks bir tasarıma sahip olması, tüylerin pullardan evrimleştiği iddiasını tümüyle temelsiz bırakmaktadır. Evrimcilerin iddialarına göre, kuş tüyleri ile sürüngen pulları arasında çok sayıda ara geçiş formu olmalıdır. Fosil kayıtlarında sürüngen pulları, kuş tüyleri, deri veya memeli tüyleri vardır, ancak kuş tüylerine aşamalı bir geçiş olduğunu gösteren kısmen pul kısmen tüy benzeri yapılara hiçbir canlıda rastlanmamıştır.
Güney Avustralya’daki Koonwarra fosil yataklarında bulunan bir tüy fosili. Erken Kretase dönemine ait 100-110 milyon yıllık bu tüy fosili, günümüz kuş tüylerinin kompleks tasarımından farksızdır. (Sağda)
|
Evrimciler, tüylerin sürüngen pullarından evrimleştiğini öne sürerlerken, fosil kayıtlarında tüylerin aşama aşama gelişimini gösteren hiçbir ara form sunamazlar. Halbuki tüyler ve pullar arasında çok temel morfolojik farklılıklar vardır, bu durum evrimcilerin iddialarındaki ara geçiş formlarının çok sayıda olmasını gerektirir. Ancak fosil kayıtlarında sürüngen pulları, kuş tüyleri, deri veya memeli tüyleri hep tam, kusursuz halleriyle bulunmaktadır. Kuş tüylerine aşamalı bir geçiş olduğunu gösteren, kısmen pul kısmen tüy benzeri yapılara sahip, hiçbir canlı fosili bulunmamaktadır. Bu gerçek, evrimci yayınlardan Nature dergisinde şöyle itiraf edilmektedir:
Tüyler kompleks yapılardır. Kuş fosili kayıtlarında aniden belirişlerinin açıklaması zordur, çünkü fosil kayıtlarında hiçbir ara geçiş yapısına rastlanmamıştır.64
Yaklaşık kırkbeş yıl önce Kuşların Biyolojisi ve Karşılaştırmalı Fizyolojisi adlı kitabının “Kuşların Kökeni” başlıklı bölümünde, evrimci W. E. Swinton kanıt yokluğundan şöyle bahsetmekteydi:
Kuşların kökeni son derece türetimsel bir konudur. Sürüngenden kuşlara doğru değişen aşamaların fosil kanıtları yoktur.65
Bugün bu durum hala değişmemiştir. Columbia Üniversitesi’nden evrimci bir biyolog “Sürüngen pulları ve en ilkel tüy arasındaki ara aşamalara ait tüm fosillerden yoksunuz.”66ifadeleriyle bu gerçeği dile getirmektedir. Evrimci paleontolog Barbara J. Stahl ise bu konu ile ilgili şu itirafta bulunmaktadır:
Tüylerin, sürüngen pullarından evrimleştikleri varsayımı, analizlerce doğrulanmamaktadır… Tüylerin kompleks yapısı göstermektedir ki, böyle bir yapının sürüngen pullarından evrimleşmesi olağanüstü derecede uzun bir zaman ve çok sayıda ara geçiş formu gerektirecektir. Bu zamana dek fosil kayıtları böyle bir varsayımı desteklememiştir.67
1861′de Langenaltheim yakınlarında bulunan ve literatürde “Londra türü” olarak bilinen bir Archæopteryx fosili. Fosil, Alman paleontolog Hermann von Meyer tarafından açıklandı ve daha sonra Londra Müzesi’ne satıldı. Fosildeki tüyler günümüz uçucu kuş tüyleri ile aynı yapıdadır. Archæopteryx fosilleri milyonlarca yıl öncesinde de kompleks tüy yapılarına ve uçma yeteneğine sahip kuşların varlığını göstermektedir. |
Barbara J. Stahl, bir başka ifadesinde ara geçiş formu çıkmazından şöyle söz eder:
pullarla tüyler arasında bilinen hiçbir ara geçiş formu yoktur. Tüylerin pullardan nasıl meydana geldiği sorusu, kuşların sürüngenlerden evrimleştiği iddiasına karşı çıkmaktadır.68
Bazı evrimciler, kuşların içi boş kemikleri olduğu için iyi fosil bırakmadıklarını öne sürerek konuyu örtbas etmek isterler. Oysa bu iddia kesinlikle doğru değildir. Özellikle belirli koşullarda, örneğin göl çevrelerinde, iç bölgelerdeki sulak ortamlarda ve denize yakın bölgelerde, kuşlar ve tüyleri çok iyi fosil bırakmaktadır. Nitekim bu bölgelerde kuş fosillerine sıklıkla rastlanmaktadır. Bugüne dek binlerce kuş fosili bulunmuştur ve bunların tümü mükemmel olarak oluşmuş tüylere sahiptir. Fosil kayıtlarında, yarı tüy-yarı pul veya yarı deri-yarı tüy yapılar bulunmadığı gibi, günümüzdeki tüylerden daha az gelişmiş bir tüye ait hiçbir yapıya da rastlanmamıştır. Larry Martin ve S. A. Czerkas, American Zoology dergisindeki bir makalelerinde “bilinen en eski tüyler… şekil ve mikroskobik detay açısından zaten moderndirler.” demektedirler.69 Anatomist David Menton ise bu konuya şöyle değinmektedir:
Tüye az da olsa benzeyen, canlıya ya da fosile ait hiçbir pul örneği yoktur.Archæopteryx, modern kuşlar gibi kompleks tüylere sahiptir.70
Bilinen en eski kuş olan Archæopteryx’in mükemmel şekilde korunmuş ve 150 milyon yıllık olarak belirlenen tüylerinin analizi sonucunda, her detayının günümüz kuş tüyleri ile aynı olduğu sonucuna varılmıştır.71 Daha 1910 yılında, zoolog W. P. Pycraft, Archæopteryx tüyünün günümüzde bilinen tam gelişmiş kuş tüylerinden hiçbir yönden farklı olmadığını belirtmiştir.72 O tarihten günümüze kadar elde edilen diğer Archæopteryx fosilleri de bu gerçeği değiştirmemiştir. Mezozoik dönemin (251-65 milyon yıl öncesi) sonlarına ait, kehribar içinde iyi korunmuş birçok kuş tüyü örneği bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, günümüzde dinozorların derileri ile ilgili birçok bulgu da bulunmaktadır. Söz konusu fosillerin değerlendirilmesi sonucunda da, bunların, “tüy taşıyan derilere öncül olma özelliği taşımadığı” anlaşılmıştır.73 Richard O. Prum ve Alan H. Brush’un Scientific Americandergisinde yayınlanan “Which Came First: The Feather or the Bird?” (Hangisi Önce Oluştu? Tüy mü Yoksa Kuş mu?) adlı makalelerinde ise şu satırlar yer almıştır:
… tüylerin kökeni konusunun çözümündeki ilerleme, şimdi yanlış olduğu görülen yönlendirmeler tarafından kösteklendi: Tüyün sürüngen pullarından uzayıp ayrıldığı varsayımı ve tüylerin uçma gibi özel bir işlev için evrimleştiği spekülasyonları gibi. İlkel fosil tüylerinin olmaması da ilerlemeyi engelledi. Uzun yıllar boyunca en eski kuş fosili, Jurasik döneminin sonunda (yaklaşık 148 milyon yıl önce) yaşamış olan Archæopteryx lithografica‘ydı. Fakat Archæopteryx tüylerin nasıl evrimleştiğine dair hiçbir yeni anlayış getirmedi, çünkü kendi tüyleri bugünün kuşlarından neredeyse ayırt edilemezdi.74
Evrimcilerin kuş tüylerinin nasıl evrimleştiği hakkındaki ön yargılı tutumları, “birbiriyle çelişen teoriler”in75 üretilmesine yol açmıştır. İddialara göre sürüngen pulları aşama aşama uzamış, saçaklanmış ve zaman içinde kuşun uçmasını daha kolaylaştıracak şekilde kuşu taşımaya elverişli hale gelmiştir.76 Cansız atomlardan oluşmuş bir pulun kendi kendine uzamaya karar vermesi, daha sonra bu pulun kuş tüyündeki detaylı tasarımı oluşturacak yapıya dönüşmesi mümkün değildir. Bu mantıksızlığın sürüngenin vücudunu kaplayan diğer tüm pullarda gerçekleşmesi ise daha da imkansız bir durumdur. Şuur sahibi olmayan pulların böyle bir karar almaları ve bilim adamlarını hayranlık içinde bırakan bir yaratılış harikası meydana getirmeleri mümkün değildir. Nitekim evrimcilerin iddilarını destekleyen böyle bir bilimsel kanıt da yoktur. Evrimci iddialar ancak hayal gücüne dayalı senaryolardır.
Pek çok kuşun binlerce tüyü vardır: Plymouth Kaya Tavuğunun (Plymouth Rock Hen) yaklaşık olarak 8.000 ve kuğunun (Whistling Swan) da 25.000 tüyü vardır. Çalıkuşu gibi küçük bir kuşun bile yaklaşık olarak 1.000′den fazla tüyü vardır.1 Binlerce tüyün her birinin ayrı bir fonksiyonunun olması ve bu görevlerine göre doğru şekil, büyüklük ve açı ile doğru yerde bulunması tesadüf eseri oluşabilecek bir tasarım değildir. Çünkü uçuş için düzenlenmiş tüyler, bilinçli bir yaratılışın delilidir ve Allah’ın canlılar üzerindeki hakimiyetini sergilemektedir.
1. B. Taylor, The Bird Atlas, Dorling Kindersley, New York, 1993, s. 5.
|
Fosil kayıtları tüylü dinozor iddialarını yalanlamaktadır:
Şimdiye dek pek çok fosil üzerinde “tüylü dinozor” spekülasyonu yapılmış, ama detaylı araştırmalar bu iddiaları yalanlamıştır. Ünlü kuş bilimci Alan Feduccia, “On Why Dinosaurs Lacked Feathers” (Dinozorların Neden Tüyleri Olmadığı Üzerine) adlı makalesinde şöyle yazar:
Tüyler tamamen kuşlara özgü yapılardır ve sürüngen pulları ile kuş tüyleri arasında geçiş formu oluşturabilecek, bilinen hiçbir yapı yoktur. Longisquama gibi bazı örneklerde rastlanan uzunlamasına pulların yapısı hakkında yapılan spekülasyonlara katılmıyorum. Bunların tüy benzeri yapılar olduğu yönünde hiçbir somut kanıt yoktur.77
Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan tüylerin her birinin görevi farklıdır. Kuşun karnındaki tüyle, kanat ve kuyruk tüyleri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Büyük tüylerden meydana gelen kuyruk tüyleri dümen ve fren görevini yerine getirir. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletecek ve kaldırma kuvvetini artıracak bir yapıdadır. Kuşun kanadını aşağı doğru çırpması sırasında, tüyler birbirlerine yakın duruma gelerek, aralarından hava sızması engellenir. Kanatların yukarıya doğru kalkışı esnasında ise tüyler iyice açılarak aralarından havanın geçmesine elverişli bir pozisyon alır.
|
Son 10 yıl içinde “tüylü dinozor” olarak ileri sürülen fosillerin gerçekte hepsi tartışmalıdır. Detaylı incelemeler, “tüy” olarak gösterilen yapıların, aslında derinin altındaki dökülmüş kolajen fiberleri (bağ dokusunu oluşturan ana protein lifleri) olduklarını göstermiştir.78Connecticut Üniversitesi’nde kuş tüyleri konusunda uzman olan Alan Brush da, bunların günümüzdeki kuş tüylerinde bulunan yapıdan yoksun olduklarına işaret etmiştir.79 Söz konusu tüy izleri üzerine yapılan spekülasyonlar, evrimci ön yargılardan kaynaklanmaktadır. Alan Feduccia’nın da belirttiği gibi “pek çok dinozor, hiçbir kanıtı olmamasına rağmen, aerodinamik ve tam uyumlu tüylerle kaplı gibi gösterilmiştir”.80Ancak zaman içerisinde ortaya atılan “tüylü dinozor” örneklerinin gerçekliği olmadığı ve bu çıkarımların taraflı yorumlardan kaynaklandığı ortaya çıkmıştır. (Konunun detayları için bkz. Evrimci Fanatizme Bir Örnek: Sahte Fosil Archæoraptor; Hayali Dinozor-Kuş Bağlantıları bölümleri) Feduccia konuyu şu sözleriyle özetlemektedir:
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(Nahl Suresi, 17-18) |
Sonuçta, çeşitli bölgelerden iyi korunmuş derilere sahip pek çok dinozor mumyası bilinmesine rağmen, şimdiye kadar hiçbir tüylü dinozor bulunmamıştır.81
Kaldı ki “tüylü dinozorlar” yaşamış olsa bile, bu dinozor-kuş evrimi iddiasına bir delil oluşturmaz. Çünkü söz konusu dinozorlarda var olduğu öne sürülen “tüyler”, son derece özgün bir tasarıma sahip kuş tüylerine hiçbir benzerlik göstermemektedir. Ayrıca kuş tüylerinin kompleks tasarımlarının yanı sıra, biyokimyasal yapıları da çok farklıdır. Sözü edilen canlılarda ise kuş tüylerine benzer bir yapı kesinlikle bulunmamaktadır. Connecticut Üniversitesi’nde fizyoloji ve nörobiyoloji profesörü olan A. H. Brush’a göre “kuş tüylerinin protein yapısı diğer omurgalıların hiçbirinde görülmeyen, tümüyle özgün” bir yapıdır.82
Tüylerin önce yalıtım amaçlı geliştiği iddiası temelsizdir:
Bir kısım evrimciler de, dinozorların yalıtım için tüyler geliştirdiğini, bunların daha sonra uçuş amaçlı düzenlendiğini öne sürerler. Kimileri de tüylerin suyu itmek, fazla kükürt atığını biriktirmek, ısı kalkanı olarak kullanılmak ve vücudun daha yüksek hızlara ulaşması için verimliliğini artırmak amacıyla geliştiğini iddia ederler. Ancak bu iddiaların hiçbirinin, kuşların aerodinamik yapısını açıklamada bir geçerliliği yoktur. Kansas Üniversitesi’nden Richard O. Prum, bu teorilere yönelik yaptığı kapsamlı eleştirisinde şunları yazmaktadır:
Hepsi tüylerin kökeni ve çeşitliliğini açıklamak için yetersizdir. Gerçekten bunlar, yeni fosil buluşlarını değerlendirmenin önünde bir engeldir.83
Evrimciler, tüylerin uçuş dışında amaçlar için geliştiğini ileri sürerken, derideki pulların nasıl olup da tüy gibi bambaşka bir yapıya dönüştüklerine dair hiçbir açıklama getiremezler. Daha evvel de belirttiğimiz gibi bugüne kadar, pulların tüye veya ön ayakların kanata dönüştüğünü gösteren herhangi bir fosil kaydına rastlanmamıştır.84Kuşların dinozorlardan geldiği teorisinin en tanınan eleştirmeni Alan Feduccia, dinozorların tüyleri olduğu hakkında hiçbir delil görmediği gibi, bundan sonra göreceği konusunda da ciddi şüpheleri olduğunu dile getirmektedir. Feduccia, tüylerle kaplı kanatların, “omurgalılar tarafından üretilmiş en kompleks uzantı organlar” olduğunu belirtmekte ve uçmayan bir canlının vücudunda tüy geliştirmiş olmasının imkansız olduğunu söylemektedir.85
Evrimciler açısından diğer bir problem ise, ısı yalıtımı için gerekli seleksiyonun, uçuş için gerekli olan seleksiyondan oldukça farklı olmasıdır. Çünkü ısı yalıtımı için gerekli olan tüy yapısı, uçmak için kullanılandan çok daha farklıdır. En iyi yalıtıcılar -kancalar uçuş tüylerini sertleştirdiği için- kancaları olmayan yumuşak tüylerdir. Bu yüzden, zaten iyi bir yalıtıcı olan yumuşak tüylerin kancalı bir yapı kazanması için bir gereksinim yoktur. Dolayısıyla evrimcilerin bu iddiaları ile, doğal seleksiyon mekanizmasının işleyişi birbiri ile çelişmektedir. Alan Feduccia da evrimci görüşlerine karşın, bu iddialara şöyle itiraz etmektedir:
Tüylerin her özelliği aerodinamik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler. Uçmak için böylesine tasarlanmış bir organın, nasıl olup da ilk başta başka bir amaca yönelik olarak ortaya çıktığını anlayamıyorum.86
Örneğin tavuk gibi uçamayan kuşların tüyleri incelendiğinde bunların, uçan kuşlardaki tüylerden farklı olduğu görülür. Uçamayan kuşlarda tüyler, uçabilen kuşlardaki gibi aerodinamik yapıda değil,püskülleşmiş yapıdadır. Bu püsküller de memelilerin vücudunu kaplayan kıllarla benzerlik göstermektedir. Bu benzerlikle ilgili bilinmesi gereken şey, memelilerdeki kılların ısı yalıtımını çok sağlıklı bir şekilde düzenliyor olduklarıdır.87 Buna göre uçmayı mümkün kılmayan ve püskülleşmiş yapıda olan tüyler ısı yalıtımı açısından avantaj sağlayacaktır.
Bu avantaj ise ısı yalıtımından uçuşa geçildiğini varsayan evrimci senaryoya darbe oluşturmaktadır. Çünkü bu senaryoya göre ilk başta ısı yalıtımı için evrimleştiği varsayılan tüyler püskülleşmiş yapıda olmalıdır ve bu durumda sadece daha iyi ısı yalıtımı sağlayan, yani daha fazla püskülleşmiş tüyler doğal seleksiyonla seçilecektir. Dolayısıyla püsküllü yapıdan aerodinamik yapıya doğru olduğu varsayılan ilerlemeler elenecektir.
Tüy yapısının ısı yalıtımından sonra uçmak üzere özelleşeceğini gösteren hiçbir kanıt yoktur. Hatta uçamayan kuşlardaki kıl benzeri tüyler, bu hayali sürecin aslında tam aksi yönde çalışmasını gerektirir. Sonuç olarak bu durum göstermektedir ki: Evrimciler hayal kurmaktadırlar. Kuş tüylerinin sürüngen pullarından evrimleştiği varsayımı hem kendi içinde tutarsız bir iddiadır hem de fosil kayıtlarında bunu destekleyen hiçbir kanıt yoktur.
HER TÜY ÇEŞİDİNİN BELLİ BİR AMACA HİZMET ETMESİ,
BİLİNÇLİ BİR YARATILIŞIN GÖSTERGESİDİR
Tüylerin uçma dışında kur yapma, kamuflaj, ısınma, sinyalleşme gibi çok çeşitli işlevleri vardır.1 Tüyler kuşa aynı zamanda soğuk hava ve yağmur gibi olumsuz hava koşullarına karşı çok önemli bir koruma sağlar. Kiremit gibi üst üste geçmiş ve bir yağ tabakasıyla kaplanmış tüyler, çatı kiremitlerinin bir evi koruduğu şekilde kuşu, su ve ısı kaybına karşı korur.
Tüyleri oluşturan kısımların -tüy sapları, tüycükler, kancalar- şekillerindeki farklılıklar tüylerin kullanım amacına yönelik özel olarak tasarlanmıştır.
Pennaceous tüyler, sıkı birleşik bir yüzey oluşturmak için komşu tüycüklere kancalarla kilitlenir. Bu tür bir tüy yapısı uçuş için ideal bir tasarımdır.
Plumulaceous tüylerde ise tüyün gövdesini oluşturan sap kısmı yoktur. Tüy demetler halinde karışık halde bulunurlar. Bu tür bir kabarık yapı da ısı yalıtımı için idealdir.
1. W. J. Bock, “Explanatory History of the Origin of Feathers”, American Zoology, vol. 40, 2000, s. 479.
|
KUŞ TÜYLERİNDEKİ RENKLER ALLAH’IN SANATININ ÖRNEKLERİDİR
Kuş tüylerinde bulunan siyah, kahverengi ve gri pigmentler kuşun kanında, kırmızı ve sarı pigmentler ise yağında bulunur. Lipokrom pigmentleri, kırmızı, turuncu ve sarı renkleri, melanin ise siyah, kahverengi, kızıl kahve ve gri renkleri üretirler.1Kuşlarda görülen renk kuşağı, boyun ve kuyruk tüylerinde bulunan mavi parlaklıklar, bu iki pigmentten ve ışığın farklı dağılımından kaynaklanır. Ayrıca, tüyün üzerinde bulunan ve ancak mikroskopla görülebilen çıkıntılar, adeta bir dağıtım mekanizması olarak hareket ederler ve üzerlerine düşen ışığı, ışık tayfındaki tüm renklere dağıtırlar. Bu ve daha pek çok sistem, kuşlarda canlı renkleri oluşturmak için kullanılır.
Bir kuş, sahip olduğu özelliklerin, tüylerindeki birbirinden güzel renklerin, estetik görünümünün farkında değildir. Örneğin bir tavus kuşu, tüylerini açtığında oluşan ihtişamlı görünümün, renk ve desenlerindeki güzelliğin şuurunda değildir. Bunu ancak insan takdir edebilir ve bu güzellikten ancak insan zevk alabilir. Allah’ın yarattığı bu güzellikler karşısında insana düşen, Rabbimiz’e şükretmek, O’nun sanatını ve gücünü gereği gibi takdir edebilmektir.
1. C. Hickman, L. Roberts, A. Larson, Integrated Principles of Zoology, McGraw- Hill, New York, 2001, s. 588.
|
TÜYÜN YAPISINDAKİ KOMPLEKS TASARIM, ALLAH’IN DETAYLARDA TECELLİ EDEN SANATINI SERGİLEMEKTEDİR
Tüylerin kökeni ile ilgili iddialar değerlendirilirken, tüylerin yapısının kompleksliği özellikle dikkate alınmalıdır. Nic Bishop, The Secrets of Animal Flight (Hayvanlarda Uçuşun Sırları) adlı kitabında tüyler hakkında şunları söylemektedir:
Tüylerin kompleks anatomisi, tüyün işlevine göre farklılık gösterir. Örneğin, uçuş tüylerinin kompleks şekli, uzun, ince ve sağlam bir saptan her iki tarafa doğru çıkan, dokuma şeklindeki kanatçıklardan oluşur. Bu sap, içi boş, sert bir yapıdan oluşur ve kanca olarak adlandırılan uzantılara destek veren, sağlam ama esnek bir yapıdır.2
Kuşun tüyü üzerindeki tüycüklerin de hem kuvvetli, hem de rüzgarda kırılmayacak kadar esnek olmaları gerekir. Kuşlar bu özel yaratılışları sayesinde, hava akımlarını mühendislerin şimdiye kadar tasarlamış oldukları en iyi planörden çok daha ustalıkla kullanabilirler. Kuşların tüyleri üzerinde kancaların olmaması durumunda uçmaları mümkün olmaz. Kancalar, rüzgarın kanada ve tüylere zarar vermesini önleyecek şekilde -belli şartlar altında ayrılabilecek gibi- yaratılmıştır. Ancak bunlar kuşun gagasıyla tüylerini taramasıyla da kolaylıkla yeniden birleşirler. Kuş bilimi konusunda uzman yazar Roger Tory Peterson bu konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Tüyler, üst yüzeydeki havanın alt yüzeydeki havadan daha hızlı akmasını sağlayarak kuşun havalanması için yaratılmışlardır. Böylece kanat üzerindeki hava basıncı da azaltılır. Kanatlar üzerindeki bu kaldırma etkisine “Bernoulli etkisi” denilir. Uçaklarda da,kanatların üst tarafı alt tarafından uzun ve eğimlidir. Bu şekilde hava, kanadın üst tarafından daha hızlı akar ve buradaki basınç azalır. Kanadın alt tarafındaki basınç üst tarafındakinden fazla olduğu için, uçağı yukarı doğru kaldıracak bir kuvvet oluşur ve uçak yer çekiminin etkisinden kurtularak havalanır. Kuşlarda ise bu etkinin sağlanması için uçuş tüyleri asimetriktir. Ayrıca uçuş esnasında hava ile doğrudan temasta olan ön uçta, daha küçük bir tüy kanadı vardır. Kuşun kanadındaki kompleks aerodinamik prensipler, uçak kazalarının en temel nedeni olan hava boşluğunun olumsuz etkilerini azaltıcı bir mekanizma içerir.4 Kuşun kanat ucunda bulunan ve özel olarak yaratılmış olan yarıklar da, hava akımının bir kısmını geçirirler. Bu, modern uçaklarda mühendislerin, kanat üzerlerinde küçük ek kanat uçları tasarlayarak taklit ettikleri bir yeniliktir.
Ayrıca kuşlar, kanat şekillerini ve akım özelliklerini, havalanmayı, uçuş kontrolünü ve yere inişi kolaylaştıracak şekilde değiştirebilirler. Tüylerini ise, havaya olan dirençlerini değiştirecek şekilde bükebilirler. Bu son derece kompleks bir tendon sisteminin kullanılmasıyla mümkün olur.5
Kuşun tüyleri, deri ve alt deri kasları, kirişleri (kemikleri ve organları birbirine bağlayan doku), beyin ve duyu organları birbirlerine bağlı bir yapıyı oluştururlar. Bu yapı, tüy sisteminin tam olarak çalışması için gerekli olan, indirgenemez komplekslikte bir yapıdır. Bunlardan birinin eksikliği uçuşu engelleyecektir. Tüyün bölümlerinin açısı, kalınlığı, şekli gibi detaylarının, çok az değişkenlik göstermesi de son derece önemli ve hayatidir.6 Çünkü birçok küçük sapma, uçuş sisteminin genelini çalışmaz hale getirebilir.
Deri üzerindeki özel kaslar, kuşun, tüylerini detaylı ve kontrollü şekilde hareket ettirmesini sağlar. Bu sistem kuşun uçmasına ve kimi zaman da korunmasına yardımcı olur. Kuşlar tüylerini birçok farklı nedenle kabartır: Daha büyük görünerek düşmanlarını korkutmak, kendilerini daha sıcak tutmak veya çiftleşme mevsiminde diğer kuşların ilgisini çekmek bu nedenlerden birkaçıdır.7
Uçuş için bir başka koşul da, kuşun kanatları, kuyruğu ve diğer bölümlerindeki tüylerin olması gerektiği şekilde düzenlenmesidir. Tüylerin olması gereken düzende dizilmeleri zorunluluğu, evrimciler açısından bir problem teşkil eder. Çünkü zaten kökenini açıklayamadıkları tüylerin bir de uçuşa uygun tasarımla dizilmeleri gereklidir. Tüylerin hangi yönlerde dizileceği, hangi boyuttaki tüylerin hangi bölgede yer alacakları, her iki kanatta simetrik olarak dizilmeleri gibi koşulları, bilinçsiz, tesadüfi etkilerle açıklamak mümkün değildir.
Tüydeki tüm fiziksel yapıların bilgisi DNA’da saklıdır: Keratinin katman sayısı ve kalınlığı, tüycüklerin sayısı, renkler, tüyler arası mesafeler… Bunların tümü DNA’daki bilgiye göre inşa edilir. Bilindiği gibi canlının genetik bilgisindeki -DNA’daki- en ufak bir dizilim hatası, son derece ciddi şekil ve fonksiyon bozukluklarına sebep olur ki, bu gibi dizilim hatalarının, yani mutasyonların tüyleri ortaya çıkardığına inanmak, imkansıza inanmaktır. Kaldı ki bir tüyün inşası için gerekli olan kodlama bilgisi, bir pulunkinden son derece farklıdır. Evrimcilerin iddia ettiği gibi pulların tüylere dönüşmesi, kuşun DNA’sında yepyeni bir genetik bilginin ortaya çıkması anlamına gelir. Tüyün yapısı, şekli, rengi vs. gibi her türlü detay -örneğin sağ tüycükteki sağ kancanın üzerindeki keratinin doğru kalınlıkta olması- genetik koda eklenecek yeni talimatlarla belirlenmelidir. Ancak evrim teorisinin bilinçsiz, tesadüfi etkilerle işlediğini iddia ettiği doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmaları, mükemmel bir tasarıma ait genetik bilginin, bir kuşun DNA’sında nasıl ortaya çıktığını açıklayamazlar.
Tüylerdeki tasarımın yanı sıra, estetiğin, güzelliğin, belirli bir düzen içindeki desenlerin ve simetrinin de, evrimcilerin iddia ettiği gibi rastgele mutasyonlar sonucu ortaya çıkması mümkün değildir. Çünkü laboratuvarlarda yapılan sayısız mutasyon deneyi kesin olarak göstermiştir ki, mutasyonların organizmanın DNA’sına “bilgi” eklemesi söz konusu değildir. Mutasyonlar etkili oldukları zaman, daima morfolojik (şekilsel) bozuklukların ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar. Rastgele mutasyonlarla, örneğin bir tavus kuşu tüyündeki kompleks yapıların ve göz alıcı güzelliklerin ortaya çıkabileceğini kabul etmek; bir kulübenin yağmur, şimşek ve rüzgarla zaman içinde bir saraya dönüşebileceğini kabul etmek kadar mantıksızdır.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder